Ergenlik zor şey vesselam. Kimliğini bulmaya çalışma, ne işe yaradığını sorgulama, varlığının, değerinin nerede olduğunu bilme, karışık duygular, aşk meşk meseleleri... aslında bunlar ergenlikten sonra bile daha ileriki yaşlarda dahi devam edebilen içsel durumlar. 15 yaşındaki Oliver Tate de, hem ergenlik zamanlarının etrafında dönen, hem de zaten farklı bir çocuk olduğundan ortaya çıkan bu ingiliz filmi de insanı bir denizaltıyla suyun içine götürüyor. Su tabi burada benim için filmdeki herkesin iç dünyasını temsil ediyor. Bu sulara Oliver denizaltıyla kendi gözlemleriyle, hissettikleriyle, gelecekte neyi isteyip/istemediğine göre girişler yapıyor. Oliver ailesinin bir arada olmasını istiyor, bu arada sevgilisinin hayatıyla ilgili de yanında olması gerekiyor. İşte uyum sağlayamama, toplayıcı, birleştirici olamama buralarda daha çok baş gösteriyor. Gayet basit... Oliver henüz büyüyor ve öğreniyor.
Filmde absürd durumlar var. Komik, anlamsız gibi geliyor ama hiç de öyle değil. Bu komiklik içerisinde baskın olan bence daha çok dram. Bir de İngiltere'nin o puslu havasını, Alex Turner'ın film için yaptığı o melankolik, insanı sessizce gıdıklayan şarkıları eklersek... Submarine hepimizin kendisinden bir şeyler bulacağı 1.5 saatlik bir güzelliğe sebep oluyor.
Şöyle ergenlik yaşayamadık: Özgüveni tavan yaptıran, insanı bir anda 10-15 yaş olgunlaştıran cinsten...
YanıtlaSilBu ergenlik travmaları bağımsız sinemanın sıkça beslendiği bir kaynak haline geldi. Dolayısıyla örnekleri de fazlalaştı. İnsan ister istemez bağımsız sinema açmaza mı girdi acaba diye dşünmeden edemiyor. Bağımsız sinema da çıkmaz sokağa girdiyse vay halimize!
Gerçi bu tip sinemanın tılsımı insanı farklı bir yerinden yakalaması olduğu için hikayeler ne kadar benzeşse de, film kendini izlettirmesini biliyor ama daha farklı şeyler aramaktan kendimi alıkoyamıyorum. Zaten dünya sineması bunun için var ve ben onu, sırf bu sebepten Hollywood'un üstünde tutuyorum...