Fragmanını gördüğüm ve Michael Haneke ismi geçtiği anda yamacımdaki Red Menace'a Haneke aşk filmi de mi çekiyormuş diye soruyla karışık bir ünlem cümlesi yönelttim. Nerden bileyim başındaki kavak yellerine çoktan esir olmuş Menace'ın aklının Anna Karenina tarafından çelindiğini... Tabi kısa süren ama oldukça yoğun geçen pazarlıkların ardından Aşk'ta karar kılındı.
Ertesi gün Beyoğlu Sineması'nın küçük salonunda sancılı bir sürecin ardından önden ikinci sırada yerlerimiz aldık. Adapte olamayışımdan dolayı bu süreç benim için filmin sonuna değin devam etti.
Bir önceki gün Menace'tan alamadığım cevabı, filmin sonunda elde etmiştim: Haneke aşk filmi çeker, çekerse de böyle çeker.
Pasif ve öğrenilmiş şiddetin çok az ama yerli yerinde kullanıldığı film Haneke Sineması adına beklentileri daha ilk sahneden (eve giren hırsızın kapıda bıraktığı tahribat ve bunun olağan olarak görülmesi) karşılıyor. Beklentileri aşan ise mekan kullanımı olmuş. Standard bir Fransız dairesi o kadar iyi ve çok yönlü kullanılmış ki 2 saat boyunca bir saniye bile sıkıntıya neden olmuyor aksine bir bilmece sunuyor izleyenlere: Mesela biz hâlâ kaç odalı olduğunu bulamadık.
Haneke "İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, ölüm sizi ayırana dek birbirinizi sevip sayacak mısınız?" sorusunun cevabını aşkın hayalini, aşkın kendisine tercih ederek kendince vermiş bu filmle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder