11 Şubat 2012 Cumartesi

Yazı Dizisi: Mad Men

Dünyanın kapitalizm başkentinde onu besleyen ana damar: Reklam-Pazarlama Sektörü. 

Bu girizgaha bakınca gerilim faktörü ön plana çıkıyor, dram'ın aksine. İnsanda uyanan ilk izlenim Wall Street, The Firm tarzı entrika yüklü bir hikaye ve onun etrafındaki yaşamlar... 

Tabi The Sopranos ile mafya'yı sadece konsept olarak kullanıp hikayeyi onun üzerine taşıyan Matthew Weiner yaşayan bu sektörü, bu dönemi basamak olarak kullanarak Mad Men'e imzasını atıyor. Her iki yapımda da karakterlere odaklanıp hikayeyi ve diğer etmenleri dolgu malzemesi olarak görüyoruz.

Önemli adamlar-ister kader deyin, ister tesadüf-ve onlara kalan miraslar... Richard Whitman ve Tony Soprano. Onları önemli yapan miraslarının(Don Draper, Sopranos Ailesi) ağırlığı altında yaşamlarını sürdürme çabaları...Hiçbir alakası olmamasına rağmen süper kahraman gibi çifte kimlik taşıyan, adeta, bir anti-kahraman ile ailesinin şeytanları yetmiyormuş gibi kendi şeytanlarıyla da uğraşmak zorunda kalan sıradışı çözümlerin adamının hayatlarına insani bakışlar...Olağanüstü yaşamlarda gerçekçi portreler...

Mad Men, bu bağlamda The Sopranos'tan devraldığı bayrağı o kadar iyi taşıyor ki beni bağımlısı haline getirdi. Geçtiğimiz sezonun bombası Game of Thrones'dan bile daha fazla iple çekiyorum yeni sezonu.

Gerek zaman, gerek coğrafya, gerek sistem olarak bu denli uzakken, herşeyi toplumun en küçük yapıtaşı olan insana indirgeyebildiği için farkını ortaya koyuyor Mad Men. Bunu da anlatmak için Don Draper'dan daha iyisi bulunamaz:


Hem kim demiş erkekler ağlamaz diye!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder