28 Eylül 2011 Çarşamba

Yaşasın Tembellik!



On indolence: “Doing nothing gives me great pleasure. And believe me, I
succeed wonderfully in it.” (Rock Sound, 1993)


26 Eylül 2011 Pazartesi

Kramer ve Amerikan Rüyası

Cosmo Kramer şüphesiz tv tarihinin en unutulmaz dizilerinden biri olan Seinfeld'in en çok sevilen karakteri. Bunun için Jerry'nin dairesine girişlerinden tutun da giyim-saç tarzına kadar birçok neden sayabiliriz. Ben ise daha önce okuduğum bir çıkarım üzerinden gideceğim. Okuduğum bu metin Kramer'ı Amerikan Rüyası'nın vücut bulmuş hali kılıyordu. Haksız da sayılmazdı: Çalışmadan hayatını bağımsızca idame ettirebilmesi hatta tatile bile çıkabilmesi, kadınlarla çıkmadan beraber olabilmesi yani kısacası herşeyi istediği zaman ve/veya yerde elde edebilmesi bu teoriyi destekleyen unsurlar olarak görülüyor. Sakın buradan Seinfeld'in, Kramer'ı kullanarak hayal tacirliği veya amerikan propagandası yaptığı sonucuna varmayın. Zaten George Costanza gibi bir anti-tez varken böyle bir sonuca varılamaz. Varılsaydı Seinfeld, Seinfeld olmazdı.

24 Eylül 2011 Cumartesi

FC Barcelona, tüm zamanların en iyisi mi?

Xavi'nin altyapıdan çıkıp, yavaş yavaş Guardiola'nıın yerine ısındığı zamandan beri takip ediyorum bu soruya muhattap olan takımı. Öyle ki ikinci takımım addettim kendisini. Tuhaf şey, o dönem ne takım şimdiki mükemmelize edilmiş oyun anlayışına sahipti, ne de Real Madrid'in karşısına çıkarmak için La Liga'da bir takım arayışına girmiştim. Yani anlayacağınız şimdi Barcelona'yı tutmak için ortaya atılan sebeplerden, Real Madrid'in General Franco'nun takımı olması ve göze hoş gelen hücum futbolu,  hiçbirine sahip değildim. Gerçi ben hala neden Beşiktaş'ı tuttuğuma dair kendime mantıklı bir açıklama yapamazken, kıtanın en uzak köşesinden bir takıma bu denli bağlı olmanın nedenini aramanın anlamsızlığında kaybolmuş durumdayım. Takım tutmak böyle bir şey işte, tuhaf bir şey...


Bu soruyu cevaplarken objektif olamayacağımı anlamış olmalısınız. O yüzden direkt gözlemlerime geçeyim: Takım o kadar iyi bir hücum performansına sahip ki son birkaç yıldır rakiplerini düşürdükleri çaresiz durumlar bıkkınlık yaratmış. O kadar ki, ülkemizde esen play-off rüzgarının da etkisiyle, işi La Liga'da statü değişikliği yapılması gerektiğine kadar götürmüşler. Bu usancı anlıyor ve biraz da şuna benzetiyorum: Barcelona maçları  futbolu, hücum futbolunu, güzel futbolu seven herkes için sonu mutlu biten klişe filmlere dönüşmeye başladı. Bahsettiğim izleyici grubu zamanla aynı sonu, aynı senaryoyu, aynı karakterleri göre göre belli bir bıkkınlık seviyesine ulaştılar ve anlamlı veya anlamsız isyan etmeye başladılar. Dediğim gibi bunu anlıyorum ama bu durum, buna hak verdiğim anlamına gelmiyor.

23 Eylül 2011 Cuma

Sinema..Sinema..Sinema...

...benim kültür-sanatla olan tek doğrusal bağım. Kitap okumayı denedim ama fazlasıyla tembel (üşengeç) olduğum için ayda-yılda bir kitabın kapağını anca açabiliyorum. Bu da bilgiye aç bir kova olarak dişimin kovuğuna anca yetiyor. Hal böyle olunca, o bağı koparmamak adına sinemaya dört elle sarıldım. Bunu buraya niye yazıyorum diye sorarsanız, cevabımın ne olduğunu; asma-kat'taki yazılarımın çoğunluğunu sinema özellikle de dünya sineması başlığı altında (örneklerle) görünce anlayacaksanız. Tabi diğer konulara da değineceğim ama önceliğim Hollywood harici sinema.

Hollywood'a herhangi bi kastım olmamasına rağmen izleyeceğim filmlerin genelde kıyıda-köşede kalmış, keşfedilmemiş ya da az keşfedilmiş olması hususunda hassasiyet gösteriyorum. Bu menajerlik oyununda uzak kıtalardan birinde genç yetenek keşfetmek kadar heyecan verici bir durum benim için. Bir de film iyi çıkarsa heyecanın doğurduğu bu zevk katbekat artıyor. İşte o zaman değmeyin keyfime!