Aklımın bir köşesine yazmama rağmen sinemadan uzaklaşmam vesilesiyle izleme fırsatını yaratamadığım filmi son tahlilde yakalayabildim nihayet. Aklımın bir köşesinde de boşuna yer işgal etmemiş Whiplash:
Dominant karakterlere hayat vermek için aktörlüğe soyunmuş J.K. Simmons ile son yılların, Josh Hutcherson ile birlikte anlam veremesem de, el üstünde tutulan gençlerinden Miles Teller'ın rekabetçi, sağlıksız karakterlerle yakaladıkları çivi-çivi uyumuyla birlikte, müzik daha doğrusu caz evrenine oturtulan fakat biri yazıyı atfettiğimiz filme, diğeri de bu yazıyı atfettiğimiz başlığa isimlerini veren hepi topu iki tane olsa da filmin kendisinden daha klasik olan eserlerin araç olarak kullanıldığı her açıdan bir performans, bir meydan okuma filmidir.
Hacının hacıyı Mekke'de, hocanın hocayı tekkede, delinin deliyi dakkada bulduğu bu dünyada, filmin hemen başında Fletcher'ın Andrew'ü eliyle koymuş gibi nasıl bulmuş/keşfetmiş olduğuna da, filmin "epik" finalinden geriye doğru iz sürdüğümüzde yaratılan başarılı gerçeklik algısına da şaşırmıyoruz açıkçası.
Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği kitabında, filminde yok edilmesi gereken yüzüğün Mordor'a götürülmesi ve kimin yok edeceği konusunda insanlar, Elfler, cüceler... arasında tartışma çıkar. Kimisine göre yüzük yok edilemez, kimisine göre Elfler yok etmelidir, cücelere göre de kendileri. En sonunda küçücük, ondan hiçbir şey beklenmeyen, umulmayan birinden sessiz sonra yüksek bir ses çıkar "Ben götürürüm." Frodo'dur yüzüğü götürmek isteyen, güçsüzlüğüne, yolu bilmemesine rağmen. Frodo'nun cesaretine ve inancına, hiç anlaşamayan Elfler ve cüceler, insanlar da katılır ve birleşerek Mordor yoluna, yüzüğü yok etmek için düşerler.*
Kiralık Aşk'ın son bölümü Ömer'in kendi elleriyle çok çalışarak, hayalleriyle, umutlarıyla, saygınlık, emek, dürüstlük, çalışkanlık erdemlerini ortaya koyarak kurduğu (Elbette Sinan ortaklığıyla) Passionis'in; Deniz ve Sinan yüzünden çökme eşiğine gelmesini, Frodo misali Defne'nin Ömer'in gemisini nasıl da ayağa kaldırmaya, Passionis'i ileriye götürmeye çalıştığını izledik. Defne gemisi batmakta olan Ömer'e dokunur, Defne iyilik ve kötülük arasında sıkışıp iyiliği seçen Yasemin'e dokunur, Defne yaptığı yanlış karşısında, kardeşinin, herkesin emeğini hiçe sayan Sinan'a dokunur. Dokunmasıyla umutlar doğar, küller yeniden alevlenir, iyi hissedilir, kızıl güneş yeniden doğar.
Defne'nin aklını karıştırdığını, gitmesiyle-geri dönmesinin bir olduğunu, anlaşılmadığını söylüyor Ömer. Karşılığında ürkek bir kuş gibi şakıyor Defne "Açıklayamıyorum" Defne'sinin ona kattığı, verdiği, yaşattığı her duyguyu Ömer koleksiyonuna, işine aktardı hep. Kendisinin de dediği gibi öyle ha denilince bir şeyler olmuyor, ortaya sanat çıkmıyor. Defne hayatına girdiğinden beri Ömer'in sanatı da başka konuşuyor. Aşk ve aşkın getirdiği kalbi yerinden oynatan duyguları Ömer en son koleksiyonunda kullandı. Bütün duygularını verdiği çalışması gidince sadece işi yara almadı. Kardeşliği, umudu, inancı da yara aldı. Sinan'dan kesinlikle bunu beklemediğini biliyorduk ama Barış Arduç öyle güzel oynadı ki o kaybediş hissini, sandım gerçekten bütün bunlar oldu.
Hani bazen sıcacık bir çay, bir kitap, bir cümle, bir güvenilecek omuz bize kendimizi iyi hissettirir, bizi tekrar ayağa kaldırır. Batman Begins filminde şahane bir hayat dersi vardır. Şu söz geçer "Neden düşeriz Bruce? Tekrar ayağa kalkmayı öğrenebilmek için." ** cümlesi de işte tam Ömerlik değil midir? Onu, mucizelere artık inanmak isteyen, bazılarına (yazar İz'e giydirirken) göre çok gerçekçi Ömer'i düştüğü yerden kaldıran, yeniden ayaklanmayı öğreten Defne; Ömer'in ilham perisi olma yoluna da devam etti. Ömer'e çizimlerinde yol haritası çizerken, duygularını sorarken, o malum duygulardan habersiz gibi duruyordu ama değildi de. Karşısındaki adamın kafa karışıklığını, yarım kalanlarını, hayallerini, beklentilerini, ihtimallerini aslında umutlarını kağıda yazarken; sadece tasarımın oluşunu değil, Defne ve Ömer'i de yazıyordu sayfalara. Ortaya çıkan güzelliğin uykusunda sevdiği adamın onu izlemesinin verdiği o masumluğu, işe gidecekleri zaman sanki her zaman rutin hayatlarının böyle olduğu gerçeğini Ömer biliyordu. Ona göre zaten olması gereken çoktan buydu!
Sinan'ın yıkılacağını, kandırıldığını cümle alem biliyordu, bir kendisi bilmiyordu. O kadar çöktü ki. Güvenmesi, inanması, inatçılıkla suçlamaması gereken dostunu, her şeyi yerle bir etti, kendi de dahil. Sude ne kadar destek için yanında olsa da, beklediği destek, el Defne'den geldi. Defne'nin gözündeki değerini doğru dürüst bilmiyordu Sinan. Bu son olayla onun gözünden düştüğünü sandı. Aşık olunan kişinin gözünde en iyi olmak isteriz, şahane, bütün olumlu her şeye sahip olmak isteriz. Sinan zaten Defne'yi kaybetmişti. Üstüne bu yaptığı yanlışla utanç duydu, durumu yine "İyi ki Ömer var" diyerek Ömer'e bağladı. Defne'nin sıcacık ve insancıl sarılmasıyla fark etti Sinan; şimdi uyanma ve işe koyulma vaktiydi. Her insan hata yapardı elbet. Bu kötü yaşanan süreçle birlikte belki de gerçekten Defne fark etmese de Sinan'ın aşkını Sude'ye devretti.
Kiralık Aşk'ta çok sevdiğim şeyler hep oldu olmaya da devam ediyor. İzleyiciye insan olmakla ilgili hep iyi mesajlar veriliyor. İnsanlığımızın nasıl değiştiği, hayat bakış açımızın nasıl yön değiştirdiğini merakla izliyorum bu dizide. İşte onlardan birini Defne sayesinde Yasemin üzerinde gördük. Dizinin başından bu yana etmediğini bırakmadı Yasemin Defne'ye. Bütün bunlara karşılık Defne son bölümde bir yaprak misali Yasemin'in omzuna kondu ve onun toparlanmasına yardımcı oldu. Defne yaprağı, yasemin çiçeğinin arkadaşı oldu gibi gözüküyor. Her şey sırayla ve yavaşça ilerliyor. Güzel oldu, çok iyi oldu. Yasemin hem işini seviyor, hem Passionis'i seviyor. İsmail geldiğinden beri ki çok şükür aşık olmadığı biriyle evlenme hayali de kurmuyor. Ömer ve Sinan'ı arkadaşları olarak özel bir yere koyuyor. Eğer Passionis kurtulacaksa ki hepimiz buna inanıyoruz, bu başarının bir parçası da Yasemin olacak.
Kendi içinde yol kat eden, gelişenler listesinin başında yer alan abiliğini konuşturmaya devam ediyor. Bildiğimiz abilerden değil üstelik. Bütün bu para mevzuları onun başının altından çıktı, artık yükü üstüne alması gerekiyordu. Defne evi, onu, kardeşini, ananesini sırtlaya sırtlaya kendisini unuttu. Garibimin hayatında kendisine ayırdığı bir günü vardı o da Neriman yüzünden mahvolmuştu. İşte Serdar Defne'nin Neriman gibi yüklerinden artık kurtulmasını istemesi, Defne ile arasındaki abi-kardeş boyutuna da yeni bir anlam katıyor. Gelecekte yere değmeyen, büyük aşkın diğer yarısı Ömer'le yaşayacağı hikayeleri merakla bekliyorum.
İz... Ömer'i çok iyi tanıdığını söylediği, en gerçekçi insan olduğu, onu buralardan götüreceği, Ömer'in derede yunus olduğunu söyleyen İz. Ömer'in işine ne kadar değer verdiğini, Passionis'i nasıl sahiplendiğini çok iyi görüyoruz, Ömer de bizi yanıltmıyor. Öyle ki çalışanları bile şirketi Ömer'in sağladığı güvenle canla başla kurtarmaya çalışıyor. Ömer belki de bu dünyadaki en gerçekçi insan olabilir ama bu Ömer'in umut etmesine, daha çok çalışmasına, hayal etmesine, daha çok istemesine engel değildir. İşte İz'in tanıdığını zannettiği, İz'le Ömeriz biz demekten öteye gidemeyen tavrı bu bölüm hem Ömer'in kafasında hem de hepimizin kafasında sevdiğini yüceltmeyen o havayı oluşturdu. İz sen Ömer'i ne kadar seversen sev, Ömer'e inanmazsan, onun yapabileceği şeyleri azımsarsan... hem Ömer'in gözünde hem izleyicinin gözünde dövme peşinde koşan eski bir İz olarak kalırsın. Ömerin Defnesi olmak, Ömer'le İziz biz demekten çok öte bir şey, sen de farkına varmış olacaksın. Defne'nin farkındasın bakalım, Ömer'in aşkının boyutunu öğrendiğinde neler yapacaksın? İz'in çiftimiz arasında daha olumlu şeylere sebep olması için dilek ağacına kumaş parçalarını bağlıyoruz.
Defne'nin bir de Ömer'in kalbinden, gözünden kendisini görmesini çok istiyoruz ki, bunu yavaş yavaş Ömer de söylemeye başladı. Defne hâlâ Ömer'in ona ne kadar değer verdiğini anlayamıyor. Anlayacak gibi oluyor, araya aklına getirmek istemediği oyun geliyor. Oysa ki onu aile evine götüren, evindeki mabedine alan Ömer, kaşık kaşık fıstık ezmesini başka kimsenin karşısında yiyemeyecek olan, çizimlerinde hep onunla olan anılarını, yaşadıklarını, yaşamak istediklerini konuşturan, sadece ve sadece Defne'nin yardımıyla, inancıyla işe koyulan bir Ömer var karşımızda. Defne'nin Ömer'e yaptıkları bunlar işte. Aslında çok daha fazlası var ama Ömer anlatsın isterim. O günler de gelecek diye umuyorum ve bekliyorum.
O günlerin hatırına Ömer'in gözünden Defne nasıldır şarkısını şuraya koymak isterim. Redd'in Nefes Bile Almadan*** güzelliği Ömer'in Defne için duygularını anlatır, Defne tam bilemez...
Kelebek kadar ömrümüz var Sevmek lazım, hemen başlayalım Kaybedecek daha neyimiz var Aşk için ne gerekiyorsa hepsi bende var
Nefes bile almadan seviyorum seni Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi Değiştirdin kanımı koydun zehrini Örümcek gibi ördün zihnimi Düşündükce daha çok isterim seni
İçimde dolaşan alkol gibi Sana gitgide sarhoş oluyorum Ruhumu kaybetmiş gibi Sadece senin için yaşıyorum Nefes bile almadan seviyorum seni
Son duygulara hakim olamayarak, Serdar'ın yavaş yavaş kalp doktorluğu lisansı yapacak olmasını bekliyoruz. Yoksa İso gibi bir adamı yerinden kaldırabilecek ve Yasemin'e götürecek başka bir şey olmaz. Öyle güzel ders veriyor ki, sevdiği için fedakarlık yapmayan utanıyor. Hele Necmi'nin gerçekten Ömer'in amcası olduğunu son bölümlerde iyice hissetmeye başladım. Evrildi. Nerede o işten, güçten hoşlanmayan, yeğeninin yanında olmayan adam. Bunlar o kadar ince duygular ve olması gereken şeyler ki. İnsanın için eriyor izlerken.
Ömer ve ilham perisi uyurken sevgiyle, umutla izlediği, bütün karmaşıklığına rağmen kopamadığı Defnesi ile birlikte yürüyeceği yolları yavaş ama daha emin adımlarla birlikte yürürken; bizlere de onların güzelliklerini, gün geçtikçe derinleşen aşklarını gözlerimizden mucizeler çıkararak izlemek kalıyor.
"Çıldırdım artık ya! Çıldırdım! Senin aşkından çıldırdım! Her şeyden çıldırdım! Uyuyamıyorum. Yemek yiyemiyorum artık! Kafam yerinde değil Ömer!!!!"
Aşkın birçok hali vardır. Aşk bazen sakin akan bir nehir gibidir. Bazen gökyüzünden aniden kayan bir yıldız gibi olur. Bazen lunaparkta çarpışan arabaların kendisidir aşk. Sonra bir bakarız aşk sevdiğinin sana bin bir emekle aldığı kitabı koklamak olmuştur. Sevdiğin kadının, onca insanın barıştıramadığı çifti barıştırdığını anladığında ki minnet ve hayranlıktır; maşukanın yüreğini parçalamasına, çekip gitmesine rağmen yine de elden bir şey gelmeyerek sevmeye devam etmektir aşk bazen de. Defne ve Ömer'in aşklarının birçok halini memnuniyetle izledik şimdiye kadar. Aşkı birçok yol, hal, duygu olarak düşünürsek; Defne & Ömer de aşklarının hem kendilerine hem de etraflarına ısı, ışık yayan, kavuran Güneş'lerindeki patlamalarla çıldırma noktasına geldiler. Çok iyi oldu, çok güzel oldu. Bayıldık! Çünkü aşk bazen de sevdiğine çıldırdığını göstermektir.
Geçen hafta İz'in biricik çiftimizde yapacağı, yapabileceği, yol açabileceği şeyleri şurada yazmıştım. Defne'nin kendisine güvenmesini ve emin olmasını istiyordum. Bu isteğim ilk önce muhteşem bir bölüm açılışı olan kumar sahnesiyle kendisini gösterdi. Her şey Sinan'ın bilinçaltının en özel, mahrem yerlerini gösterdiği rüyası olsa da, masada oturan herkes kartlarını açıkça gösterdi. Herkes iyi ya da kötü kartlarından emindi. Emin olmayan sadece biri vardı: rüyanın sahibi Sinan. Sinan birçok şeyden emin değildi ama rüyasında Defne'nin aşkından emin olmasına inat bir kez bile Ömer ve Defne'yi göz göze getirmedi rüyasında. Çünkü her ne kadar Necmi Abisine kabullenmeye çalıştığını, hayatında aşık olacağı kadına rastlamayı da bir şans olarak gördüğünü söylese de; Defne mevzusunu içinden kolayca atamıyor Sinan ve atamayacak da. İşte kendi rüyasında en çok rahatsız oturan ve Defne için bir oyuna daha razı olan, Ömer-Deniz-Defne arasında sıkışan Sinan'ın başka, görmediğimiz, pek hoşlanmadığımız bir yüzüne tanık olduk bu çok beğendiğim bölümde.
Sinan'ın rüyasında pek alışık olmadığımız ama tanıdığımız Defneden izler barındıran bir Defne izledik. Defne gerçekten kabuk değiştiriyor, bu bölüm iyice kesinleşti. Tabi ki o bildiğimiz sıcacık Defne gitmiyor. Sadece yaşadıkları, aşk acısı ve sonunda İz'in etkisiyle Defne'nin daha keskin, ciddi, kararlı, kendisinden emin olmaya çok az kalmış halini izledik. Ömer'e İz'le olanlar konusunda, ne olduğuna dair konuşmasına fırsat dahi vermemesi, İz'in gitmemesi konusunda laf dokundurmalar, İz ile gerilen ipi daha çok geren Defne, Ömer'in çırpınışlarını göremiyor. Çünkü İz gerçekten Defne'yi pek etkilemiş. Geçen bölüm Ömer "eskiden doğruları söylerdi" diyerek Defne'ye gönderme yaparken, bu bölüm Thug Life misali birbirlerine söyledikleri unutulmaz cümleler arasında bu kez Defne'nin "söyledikleriniz doğru çıkmıyor" yer aldı. Eee ne de olsa İz gidemedi!
Bütün bunlara rağmen Defne hevesli bir öğrenci olma yolunda hızla ilerledi. Aklı malum yerlerdeyken ve doğru dürüst uyuyamazken insan bu durumu kullanır. O da kendisini Ömer'in tescillediği şekilde yeteneğine verdi. Bence yaratıcılık ruh durumundaki dengelerle doğru orantılı şekilde ilerleyen bir şey. Bunu Ömer'le birlikte çok iyi görüyoruz. Defne'ye aşkının yanında, onun gelişimi için çabalayan bir Ömer de var artık. Tamam hepimiz bu şirinlik karşısında ölüyoruz, biliyorum ^.^ Öyle ki Ömer kafasının içinde sürekli dönen hayalin eşliğinde hem sevdiği kadınla yan yana olmak zorunda, hem de bütün gün böyle dolaşmak zorunda. Ömer sende akıl kalmadı biliyoruz, sen de dedin. Ama şunu da bil: Senin o muhteşem çilek kokulu rüyanın mühürlü sözlerle gerçeğe dönüştüğünü biliyorsak, temiz kalplisin ya, hayalinin de gerçeğe dönüşme ihtimaline bahse bile girmiyorum ^.^
Biricik Jane Austen kitabımız, kitabımız diyorum çünkü o artık Defne&Ömer aşkını sahiplenen herkesin kitabı, gerçek sahibine sahibinin farkındalığının artmasıyla geri döndü. Ömer İz geldiğinden beri aslında pek rahatsız. Özellikle Defne ortamlardayken belirgin bir gerginlik, rahatsızlık gösteriyor. İz henüz bunu anlayabilmiş değil. Ömer sevdiği kadının mutsuz olmasından ziyade kendisi de mutsuz oluyor aslında. Durumu daha da karmaşık hale getirdiğini düşünüyor gibi İz'in. İz'in epey rahat tavırları, eskiyi sürekli açma isteği, hele de son postada dövme mevzusunun yarattığı etkinin farkında Ömer. Fakat çok daha önemli bir şeyin farkında artık. İz'in ortaya çıkması, onun Defneye olan aşkının boyutunu bu kez çarpıcı bir şekilde gösterdi. Defnesinin değerinin daha çok farkına vardı. Ömer Defne'yi öyle seviyor ki, onu kırmasına, yıkmasına, üzmesine rağmen, yaptıkları için yara dahi diyemiyor. "Sevdiğim izler" diyerek Defne'ye olan aşkını şaha kaldırıyor. Şunu unutmayalım: İz boş yere gelmedi. İz Defne ve Ömer'in birbirine daha sıkı sarılması için geldi. Başından beri duruma bu gözle bakıyorum ve yanılmadığım şeyler oluyor.
Bazen kaybederiz, bıraktığımızı zannederiz, unuturuz deriz. Unutamayız, bırakamayız ve bunu kanıtlamak için hiç beklemediğimiz bir yerden şaşkına uğratılırız. Defne ve Ömer İz'in tabiriyle "karı-koca" olsun, onlar çoktan birbirlerinin huyunu, suyunu, zevklerini, bakışlarını ezberlemiş sevgililer artık. Uyumları birbirlerinin sevgisinde gizliydi, Sinan ve İz'in karşısında uyumları dans etti. O sahne o kadar güzeldi ki. Daha sonra Sude'nin partisine gitmeden önce çalıştıkları zamanki hal ve tavırları ise "karı-koca" sahnesinin devamı gibiydi. Bizli konuşmalar, sanki sıradan bir akşamda programları varmış da dışarı çıkacaklarmış gibi davranmaları... Kendileri de bunun farkına varmış olacak ki, cümleler arasında esler, yavaşlamalar oldu :) Onlara birliktelik çok yakıştı, daha haberleri yok!
Ömer'in kışı geldi. Gerçekten "winter is coming" gerçek oldu. Ömer'in kışını getiren Deniz değil, Sinan oldu. Bir giyotinle de Ömer'in kanı akıtılarak sembolik de olsa kardeşliğe leke sürüldüğü. Unutmayalım rüyalar bize yapabileceğimiz şeylerin de ipucunu verir. Olaya her açıdan bakmaya çalışıyorum. Sinan'a dünyanın en kötü insanı muamelesi yapamıyorum. Sinan gerçekten iyi bir insan. İnsanlar iyi karakterlerine rağmen her zaman iyilik, doğruluk yapacak diye bir kaide de yok. Yine dizinin başından beri kötü olarak gördüğümüz Yasemin'in İso sayesinde iyi taraflarını görmeye başladığımız ve Deniz'in kışkırtmalarına karşılık hangi tarafta durduğunu son raddede gördük. Sinan ve Yasemin üzerinden verilmek istenen mesaj da bu işte. İyi şeyler iyi insanların, kötü şeyler kötü insanların tekelinde değildir.
Sonucunun kötülük olacağını tahmin etmeden böyle bir şeyi yapmasından ötürü Sinan'ın Deniz'e verdiği koleksiyonu saf düşüncesizlik, akılsızlık olarak değerlendiriyorum. Ömer'in Sude konusundaki düşüncelerini kendine yedirememesi, iş ilişkilerinde her ne kadar birbirlerinin sezgilerine güvendiğini söylese de bastırdığı bir Ömer'in altında kaldığı durumu yaşıyor Sinan. İş konusunda kendisine manevra kabiliyeti bırakılmadığını ifade eden Sinan haklı olabilir.
Zira geçmiş bölümlerde de iş yaparken her zaman aynı tarafta durmadıklarını hatırlıyoruz. Sinan'ın Ömer'e manken konusunda çıkıştığı zamanları biliyoruz. Ömer'i sürekli işkolik olmasıyla, çok iş düşünmesiyle ilgili gülerek iğnelediğini biliyoruz. Yasemin'in Ömer'i her konusunda övdüğü zamanlarda Sinan'ın üzüldüğünü biliyoruz. (Evet Yaseminden hoşlanıyordu o sırada ama karşısında sürekli övülmeye maruz bırakılan adam kendisi olamıyordu.) Ömer'le ilk kez yürekten aynı hissiyatı paylaştığı tek konu Defne de olunca, Sinan'ın vazgeçiş süreci zor olmaya başladı ve sonucunda Deniz olayını icra etti. Bundan sonra büyük bir pişmanlık yaşayacağını düşünüyorum. Oyun konusunda Defne'yi sıkıştıran, kardeşinin üzülmesini, yıkılacağını düşünen Sinan, Deniz darbesinden sonra umarım Ömer'in gazabına uğramaz :( Sinan'ı zor günler bekliyor.
Sadri Usta Ömer'in dedesi Hulusi'ye Defne & Ömer'in aşklarının yolunu kendilerinin bulacağını söyledi. Bu sözü çok tuttum. Gerçek hayatta da uygulamamız gerektiğini canı gönülden düşünmekteyim. Kendiliğinden olaylar nereye varacak tahmin etmek biraz zor ama elimizde artık başka bir durum daha var: Serdar. Serdar'ın abiliği artık gerçekten devrede. Nihan'dan gerçekleri öğrendi mi bilmiyoruz ama elindeki bilgilerle neler yapacağı senaryonun sürprizlerinden olabilir. Serdar'ın her şeyi bilmesini çok isterim. Bu güzel aşk hikayesinin başlamasında rolü büyük, farkında değil.
"Ne kadar kolay vazgeçiyorsun" diyen Ömer Bey aslında "Benden vazgeçme!" demek istemişti bağırarak. İşinde ortağıyla aslında herkesle fikir ayrılığı yaşayan Ömer Bey'in sözde asistanına, aslında sevdiği kadına fikir danışmasıdır en sahici, en kalbi mutlu eden. Çok istemiştim izlerken keşke Defne'ye fikrini sorsa, ne düşünüyorsun dese diye. Gerçek oldu. Defne bir Thug Life atarı yaptı ama sahne bence bölümün en şahane yerlerinden biriydi. Zaten bölüm şahaneydi ^.^ Sevdiğine danışan, fikir alan, destek bekleyen Ömer Bey çoktan ilişkinin haritasını çizdi, biz izliyoruz.
İz'in geldiğinden bihaber olan çiftimiz, kovalamacalı, "Konuşmamız gereken şeyler var." günlerinden sonra, pes eden Defne'nin rutin kahvaltı hazırlama esnasında tabir-i caizse cool bir ilan- aşka maruz kalan Ömer sessiz kalmıştı. Evet Defne aşkını ilk kez Ömer'e söyledi biz de melül melül izledik ama etkisi Dünyaya çarpan Göktaşı gibi olmadı. Benim beklediğim Göktaşı etkisi, hani zamanında Dünyaya çarptığı düşünülen ve dinazorları, birçok yaşamı yok ettiği savunulan Göktaşı etkisi. Defne'nin artık son raddeye gelen, sabrının bittiği, içindeki her şeyi bir çırpıda bağırdığı ve son kelimesi yankılanan Ömer olunca Defne artık Ömer'e çarpan bir Göktaşı oldu. Etkisi Ömer'i yerle bir etti, bizi de savurdu!
Bölümde yine kalbimize, hislere tercüman harika bir şarkı kullanıldı:
Sezen Aksu - Yalnızca SitemBölümün sonunda özellikle Defne'nin kendini uçurumdan Ömer'in kollarına attığı anlarda aklıma muhteşem sesli Adele'in Set Fire to the Rain* şarkısı geldi. Dinlemenizi ve sözlerinin tamamını okumanızı tavsiye ederim. Çok yakıştı Defne'ye:
I let it fall, my heart And as it fell, you rose to claim it It was dark and I was over Until you kissed my lips and you saved me But I set fire to the rain Watched it pour as I touched your face Well, it burned while I cried 'Cause I heard it screaming out your name, your name!
İzin verdim kalbimin düşmesine Ve o düşerken, sen kalkıp onu aldın. Karanlıktı ve ben bitmiştim Ta ki sen dudaklarımı öpüp beni kurtarana kadar Ama ben ateşe verdim yağmuru, Yağışını izledim yüzüne dokunurken, O yandı ben ağlarken Çünkü ismini bağırdığını duydum, senin ismini!
Şimdi Ömer & Defne'ye kalan bu sarsıntı yaratan Göktaşı etkisini, mutluluğa çevirmek. Zaten öyle olacağına inanıyorum. Defne ve Ömer gümbür gümbür geliyor!
Bir insanı sevince üstelik çok sevince, göz gözü görmeyince yaşadığımız şeylerden biri de 'bağlanma' oluyor. Dilinle söz vermediysen bile, sevdiğini aldatmıyorsun mesela. Ya da sözler veriyorsun ama gözlerinle, hiç konuşamadığın, o ağızdan çıkamayan gizli kelimelerle bağlanıyorsun sevdiğine. Onun da bağlandığını biliyorsan, olmadı bunun olabileceğinden şüphe dahi duyuyorsan içini sonuna kadar açıyorsun karşındakine. Bağlanılan acı çektirse de, yaşamını ters takla etse de artık onsuz olunamayacağından ille de Sen yine de Sen diyorsun! Ne gidebiliyorsun, ne de git diyebiliyorsun.
Kiralık Aşk'ta Ömer'in eski sevgilisi İz kısa bir süreliğine geri geldi. Söylediğine göre Ömer'i de yanında götürecekmiş. O kadar emin olmasını da bölüm itibariyle öğrendiğimiz Ömer'le olan geçmişinden anlıyoruz. Bir zamanların Ömer ve İz'i olan ikiliye epey kızıldı, Ömer'e de haksızlık yapıldı hayranlar tarafından. Mesele hayranlarda acı çikolata tadı bıraktı, sosyal medya mükkemmel Ömer'i, yerin dibine soktu. Bölümün İz karakterinin gelişiyle gidebileceği, nerelere yelken açacağı, Ömer'i daha yakından tanıma isteği, Defne'nin Ömer diye atan kalbindeki duygu durumlarını çoook merak ederek izledim.
Şaşırdım, şaşırmadım. Kızdım, kızamadım. İçim o hiç sevmediğim integral sorularını gördüğümdeki haline benzedi. Evirip, çevirdim. Her karakterin yerine kendimi koydum. Hatta erkek gözüyle nasıl olur diye spotless mind ile de konuştum. (Kendisi bölümde Ömer'i haklı bulanlardan, hem terk edildi, hem de yanlış bir şey yapmadı düşüncesinde) İkinci kez izlediğim de kendi adıma sevindim. Doğru tahlil etmişim içimde. Ömer kendisine veryansın edilmesini hak etmiyordu. Benim bildiğim Ömer, 16 bölüm boyunca izlediğim Ömer karakteri, kişiliği konusunda hep açık ve netti. İşi konusunda ciddi, erdemli, saygın bir adamdı o. Özel hayatında acı kırıklarla dolu kalbine rağmen, karşısındaki sevdiği kadına tüm kalbini açacak kadar da çocuk ruhluydu Ömer. Defne'den hiç beklemediği anda, en en güzel yerinde terk ediliş karşısında afallamış olsa da kısa sürede kendisini toparlamaya çalıştı Ömer. Çünkü Ömer olmak bunu gerektirirdi.
İz bırakanlar unutulmaz diye Vega'nın bir şarkısı vardır. Gerçekten de öyledir. Hayatımıza türlü türlü insan o ya da bu vesileyle girip çıkarken, geçmişte sevgili kıvamında bir ilişki yaşanılan kişiyi mantık unutsa da kalp unutmaz. Çünkü izleri vardır. O izler de silmekle, halı altına atmakla, görmezden gelmekle unutulmaz. İşte Ömer'in eski sevgilisi de kendisine has muhteşem güveniyle, unutulmaz izleri tekrar gün ışığına çıkarıp göz kamaştırmak istiyor. Ömer de tabi İz'i unutacak değil. "Eski" Ömer, İz'in sevgilisi, "serseri" Ömer değil sadece artık o. Her ne kadar kafamda bir "serseri Ömer" yaratamasam da..
İz'in gelişi en çok Defne'yi yaraladı. Zaten Ömer'e söyleyemediği gerçeklerden başını almaya çalışırken, bir de Ömer'in eskisi ortaya çıkınca kız afalladı. Muhteşem sesli Amy Winehouse'un Back to Black* şarkısında şöyle bir kısım vardır:
We only say goodbye with words I died a hundred times
You go back to her
And i go back to black
Sadece kelimelerle vedalaştık
Ben yüz defa öldüm
Sen o kadına geri dönüyorsun
Ve ben siyaha geri dönüyorum
Defne'nin Neriman'ın ipliklerinden kurtulmak isteyip, kıyafet tercihlerinde siyaha kaçması mı desem, İz ve Ömer girdabında kendini bulması mı desem... Sevdiğinin İz'e kaydığını zanneden Defne'nin şarkısıdır bu bölüm Back to Black. Defne'nin Ömer tarafında İz'le birlikte gördüğü, gördüğün de kafasında senaryolar yazdığı ve henüz görmediği şeyler var. Jane Austen'in kitabı Gurur ve Önyargı biricik hikayemizde çok önemli bir yere sahip. Defne'nin Ömer'in en sevdiği kitabın ilk basımını bulması, emek harcayarak ona alması, Ömer için bu aşkın en büyük kıvılcımlarından biriydi. Bizim için de Ömer ve Defne aşkına giriş derslerindendi. Kitabı ödünç isteyen İz'e tereddüt ederek veren Ömer'e burada kızdım. Bölüm boyunca tek kızdığım yer ona burasıydı. O anda kütüphane raflarını dağıtabilirdim. Ömer'in niyeti kötü değildir, iki gün sonra gidecek kıza sevdiğinle arandaki bağlardan birini vermenin manası nedir çözemedim. Defne'nin de ileri de bir gün bunun hesabını sormasını çok isterim.
Ömer'in Defne'nin doğum günü hediyesine ne kadar sevindiğini biliyoruz ve bu sevincini nasıl gösterdiğini de. Ömer ve çevresindeki kadınlara bakış açısını az çok biliyoruz. Bir zamanlar Yasemin İso eksenine girmeden önce Ömer'i epey darlamıştı. Ömer profesyonel şekilde karşısındakini rencide etmeden geri yollamıştı oyuncuyu kalesine. Hatta Yasemin Ömer'in mutfak masasına oturup (Ömer'in iş ve mutfak masasına oturanlar diye ayrı bir bölüm olmalı ^.^) bir güzel de çaktırmadan bacağını açıp, Ömer'i etkilemeye çalışmıştı. Ömer zeki bir adam. Karşısındaki kadını, kadınları gayet iyi anlayan, çözen bir adam. Yasemin'in niyetine karşılık, onun niyeti karşısındaki kadına nötr davranmak Ömer'in kullandığı davranış biçimlerinden biri. Ne ileri gidiyor, ne de geri. Rencide etmiyor, bozmuyor da. Ömer kibar bir beyefendi. Diyeceksiniz ki Defne'ye zamanında pek ters davrandı, onlar ne işti ey blogger? O zaman ben de "you always hurt the one you love" der susarım!
İz'in fiziksel ve duygusal bütün yaklaşma hareketlerine Ömer yine, yeniden nötr yaklaştı. Pozitife geçtiği anlarda da sadece arkadaşlıklarının hatırından dolayıdır. İz bırakanlar unutulmaz çünkü :) Karşı taraf Ömer'in dudağına aniden buse kondurduğunda, karşılık vermeyecek kadar Defnesine aşık, kendisini geri çektiğinde İz'e haddini bildirmeyecek kadar da kibardır Ömer. Çünkü Ömer Bey olmak herkese benzememek demektir. Defne'ye İz'i anlatan, Defne'nin rahatlamasını sağlamak için gideceğini söyleyen Ömer de sevilesidir. Uzaktan (Sinan tarafından) ilişkileri tamamen bitti gibi bir şekilde algılanmaya yol açan bu durum, aslında Ömer'in Defne'ye her zaman açık olduğunun ve açık olacağının kanıtıdır.
Çilek kokan rüyanın, Poyrazköy'ün yeşillikleri arasında masalsı bir halde gerçeğe dönüşmesinden sonra Ömer kimseyi ne öpecektir, ne de öpmek isteyecektir. Bunu başından bu yana diziyi iyi izlediğimi ve anladığımı düşündüğüm için yazıyorum. Ömer'in karakteri öyle ağıza sakız olacak bir karakter değildir. Nokta.
Ruhları aşk acısından hasta olan Defne ve Ömer iyileşmeye çalışa dursun, İz onların hayatına giren sınamalardan biri olacak. Bu sınama karşısında ben canım çiftimin selametle çıkacağını biliyorum ve buna inanmak istiyorum. Çünkü gidemiyorsan ve git diyemiyorsan bu aşkın daha çook yolu var demektir.
Michel Gondry, The Fault In Our Stars'ı çekse ne olabilirdi sorusunun cevaplarından biri olan film Amerikan-Bağımsız-Gençlik çizgisiyle dikkatimi çekmeyi zaten başarmıştı.
Wes Anderson filmlerinden aşina olduğumuz orta-yüksek temponun film boyunca sabit seyretmesi; sanatsallığın, filmin hem teknik açıdan hem de içerik açısından sahne ışıklarını her daim üzerinde tutması, gelecek vadeden körpe oyuncular gibi sebepler son yıllarda epey işlenen konuya sahip bu filmi, ayrı bir yerde ve izlemeden önce fikir sahibi olmak isteyenleri sinemasal açıdanThe Fault in Our Stars ile The Perks of Being a Wallflower arasında bir yerde konumlamaya yetiyor.
"Gelgit veya Med Cezir: Bir gök cisminin başka bir gök cismine uyguladığı kütle çekimi nedeniyle her iki cisimde meydana gelen şekil bozulmaları."
Doğa olayını nasıl diziye bağladın/bağlayacaksın ey blogger arkadaş diyeceklere merhaba!
Yayınlanan son bölümde kafamın içinde hep Levent Yüksel'in Med Cezir albümü çaldı. Çoğumuzun dinlediğini, kendine ait duygular hissettiği, unutulmaz bir albümdür. Yıllar geçse de eskimeyecek türden bir şaheser. Defne ve Ömer ilişkisinin birbirlerinde yarattığı tutkuyu, aşkı, değişimleri, çarpmaları, darbeleri, çatışmaları, karmaşıklıkları, keskinlikleri, kızgınlıkları, fırtınaları... başka türlü açıklayacak olay var mıydı? Med Cezir onlara çok uydu. İstanbul'da bir restoranda, karşısındaki kadından hiç hoşlanmadığı her halinden belli olan bir adamla; ömrü hayatını değiştirecek, mucizeler başlatacak, biricik adamın biricik asistanı olacak kadının fırtınaları ve hasretleri çoktan yazılmıştı, o gün hepsi başladı!
Kiralık Aşk için 14 bölüm neden yazmayı bekledim onu dahi daha kendime anlatamıyorum ki, Gelgiti açıklayayım, içime öyle doğdu, öyle şey oldu :) Şunu söylemek isterim ilk önce yıllardan beri forumlarda dizi, sinema yorumu yazdım kendimce. Sonra eş zamanlı blog yazmaya başladım. (Şu an okuduğunuz, o zamanlar arkadaşım, sonra sevgilim, sonra eşim olacak Spotless Mind ile kurduğum bu blog) Ne oldu ne bitti bloga yazmayı farkında olmayarak bırakmışım, yazmayı çok sevdiğim halde. Evet itiraf ediyorum 2 yıl kadar yazmamışım. Çocuğum olsa 2 yaşına gelecekti. Ayıp gerçekten!
Türk dizilerini izleme, sevme, bağlanma durumum, nötr şeklinde ifade edebileceğim bir durum. He bazen pozitif-nötr de oluyor ama o diziler de o kadar az ki. Neyse, bu yazın güneş tadında sımsıcak dizisi Kiralık Aşk'ın ilk bölümünde o yanakları al al eden enerjiyi hissettim ki gün geçtikçe daha çok sevdim bu diziyi. Öyle sevmişim ki, bloguma tekrar dönmeme vesile oldun be Kiralık Aşk. Çok saol! Senaryosunu, o çok sevdiğimiz, birlikte onları izlerken gözlerimizde kalpler çıkartan Elçin Sangu ve Barış Arduç'u, hayatımıza Koray gibi bir karakteri sokan Onur Büyüktopçu'yu (ki kendisine oyunculuğu yanında bir de cast direktörü olarak da teşekkür etmeliyiz, bu ekibin toplanmasında katkısının çok olması sebebiyle), dillere pelesenk olmuş Aydilge'li jeneriği, dizide kullandıkları müzikleri daha yazsam sayfalar sürecek olan diğer sebeplerle hepimiz çok sevdik Kiralık Aşk'ı. İyi ki de sevdik. Sevilmeyecek gibi değildi ki. Neden sevdiğimizi başka bir blog yazısında anlatmak da iyi fikir eveet ;)
Başından beri gelgitli olan ilişkinin baş kahramanları Ömer ve Defne'nin ilk kez birbirlerine bu kadar yakın oldukları, hayatları hakkında yan yana olduklarında tanık oldukları, uzak kaldıklarında yaşadıkları anları anlamaya ve anlatmaya çalıştıkları yer Ömer'in aile yadigarı sıcak evinden başka yer değildir. Ömer'in kendisini bulduğu, bazen kaçtığı, içini açtığı, ailesinin izleri olduğu için çokça samimi olan bu evin asıl sahibinin; Ömer'in muhteşem edebiyatlı sözleriyle Defne olduğunu anlıyoruz. Çünkü aşkı kendisinden öte yaşayan birine yakışır ancak şu cümle: "Sana benzesin, bu ev, şehirdeki ev, ben, her şey sana benzesin istiyorum." Daha nasıl anlatılır artık Defne Ömer olmuştur, Ömer de Defne!
Mevsim tam pazı mevsimi değil ama aşıklarımız için pazıyı bulmak da sorun değildir. Yeter ki gönüller bir olsun. Zaten Defne belki de ilişkileri için birbirlerine geç kalıp/kalmadıklarını "pazı" vasıtasıyla soruyor ve Ömer'inden o net cevabı alıyor: " Tam zamanı!"
Defne ve Ömer'in karakterleri için ayrı bir yazı lazım ama şu kısa ziyaretimde Defne için şunu söylemek isterim. Defne'nin Ömer'e kadar bir erkek arkadaşı, sevdiceği olmamış. Bunu Elçin Sangu da bir röportajda söylemişti. 2. bölümde Anane Defne için "Sağda, solda kimlerle geziyor." deyince, Serdar ve Ekmek Arası böyle bir şeyin olamayacağını bildiklerinden kıkır kıkır gülmüşlerdi. Hatta Esra "Ablam istese de öyle şeyler yapamaz" "Ablam karşı cins konusunda biraz salaktır." deyip, Defne'ye feci bir gol atmıştı. O da yetmemiş Serdar, Defne'nin çocukken sucunun oğluna olan aşkını anlatmış, sevgisini belli etme biçimi olarak çocuğun kafasına taş attığını söylemişti. Ayyy canım Defne yaa, sen ne tatlı, ne utangaç, ne sevdiğini belli edemez biriymişsin :)
Dizinin başından beri Defne'yi gözlemliyoruz, gerçekten Esra ve Serdar haklı. Ömer'in sevdiğini ifade etme ve gösterme şekliyle, Defne'ninki arasında epey fark var. Bunun sebebi Defne'nin karşı cins konusunda işe yarar tecrübesinin olmaması ve kendisinin de Nihan'a ifade ettiği gibi "Aşk meşk konularına şu kadarcık kafam basmıyor. Yeteneğim yok yani bence." söyleminden başka ne çıkarabiliriz ki? :)
Bu yüzden kimilerine klişe gelebilecek, Ömer'e sorduğu "Neden ben?" sorusunu ben hiç yadırgamıyorum. İlk defa aile, arkadaş, dost sevgisinden farklı türden bir sevgiyle karşı karşıya olan biri bu masum soruyu sorabilir. Üstelik karşısında her sözüyle Defne'sini ve bizleri çarpım tablosuna dönüştüren Ömer'in bu soru karşısında ne diyeceği merakla beklenirken. Tabi ki Ömer verdiği cevapla yine havai fişekler patlatıyordu! Yaşasındı, ışıklar yansın, alevler çıksın, renkler birbirine karışsın, gökyüzü dans etsindi!
Aşk gerçekten İso ve Nihan'ın konuşmasında geçtiği gibi insanları büyüten bir şey. Dizide aşkın değiştirdiği, büyüttüğü, yenilediği karakterler izliyoruz. Başta Ömer olmak üzere, dizideki kalbur üstü kesimden Sinan ve Yasemin aşkın değiştiren yüzünü iyice yaşayan karakterler haline geliyor. Sinan'a gidip kişiliğinin kötü yanları için ağlayan, Lila'ya dahi farklı davranan ve dengesinin sarsıldığını Turgut Uyar'la anlatmaya çalışan Yasemin'i çok sevdik değil mi? İşte aşk ve değiştirdikleri.
Yasemin'i böyle sevebileceğimiz aklımıza gelmezdi. Senaryonun, Yasemin için İso'yu devreye sokması gerçekten takdire şayan. Öperim. Fakat dizinin başından beri kendisini Kaf Dağı'nda gören, Ömer ve Defne ilişkisinin yaratıcısı zanneden (tamam kabul edelim bu ilişkide Defne'yi asistan yapman kadar bir parmağın var Neriman), ilişkiyi yönetebileceğini zanneden Neriman'a ne demeli? Defne, Ömer'in de dediği gibi kendi, olduğu gibi biri. Eğer Neriman'ın aldığı kıyafetler dışında, Neriman'ın istediklerini yapsaydı Defne, Ömer Defne'ye aşık olur muydu? Zannetmiyorum. İyi ki Defne her zamanki gibi başına buyruk, olduğu gibi olmuş ki, kendisini Ömer'e sevdirmiş. Neriman'ın bu durumdan olumlu anlamda değişim yaşayacağına inanmak istiyorum.
Neriman'la ilgili son bölümlerde epey darbe aldık ama Neriman'ı bu noktada suçlamıyorum. Çünkü Neriman hiç bu yanını gizlemedi dürüst olalım. Neriman Ömer ve Defne ilişkisini 2 kez sabote etti. İlk olarak Defne'nin doğum günü partisi hazırlığında kızcağızı demoralize etmişti. Sen kimsin, Ömer kim, biz kimiz temalı konuşma karşısında Defne planlı-programlı-hesapçı bir insan olmadığını gösterip, içinde yanardağ patlaması yaşayarak o güzelim kitabı Yasemin'e vermişti. Yadırgamadım. Kalbiyle hamur gibi oynanmıştı. Ne yapsındı?
İkincisinde ise Necmi'nin gelecek tehlikeyi sezmesine bile aldırmayarak, yine Defne üzerinden muhteşem oyununu oynadı. Karşımızdaki insanların duygularını bilmeden, empati kurmadan, önemsemeden döşediğimiz yollar bir gün, depremle ikiye ayrılır, bizi içine çekebilir. İşte Ömer ve Defne'nin kısa süreli mutluluğunu bozan Neriman'ın depremi Necmi oldu. Üzüldüm mü? Kesinlikle hayır! Bir süre daha Neriman değişmeyecek bunu yeni bölüm fragmanından anlayabiliyoruz ama bu deprem kendisini değiştirmekte uzun vadede yararlı olacaktır.
Gelelim bu bölümün 2 kırılma noktasına. Gerçi üstte biraz üzerinden geçtim fakat üzerinde yazmak, duygulanmak, tekrar bir ahh çekmek lazım. Defne'den başlamak isterim. Kendi adıma şunu söylemek isterim bu hikayede en çok zor durumda olan kişi Defne. Abisi için girdiği sonunu tahmin edemediği (her zamanki plansız, ani kararlar alan, sorgusuz, sualsiz Defne), yüzünü-ismini dahi bilmediği biri için "dokunmak yok" diye kurallar koyan, sonunda aşık olduğunu görüp; karşısındaki adamın o iyi kalbine, aşkına, insanlığına ayıp ettiğini anlayan Defne Ömer'in de ona karşı duygular beslediğini anladığın da bu aşka direk daldı. Elinden başka bir şey gelmezdi ki. Girdiği oyunu unuttu. Çok doğal bir şey bu, adı AŞK olunca insan doğru dürüst bir şey düşünemiyor, kaptırıyor kendini işte. Fakat sonunda gerçekler uzaklardan nanik yapa yapa gelmeye başlayınca Defne bulutların üstünden aniden düştü ve Ömerini bırakma kararı aldı. Onun yerinde olsaydım, ne yapardım inanın bilmiyorum. Defne olmak şu durumda çok zor.
Nereden çıktığına anlam veremediğimiz Feryal karakteri hepimizin hatırladığı gibi Defne ve Ömerciğimizin aşkının başlamasına gayet de güzel vesile olmuştu. Defne "ev basar gibi" Ömer'in kapısına dayandığında ve sonrasında gelişen marka modeli aydınlanma konuşması, Feryal Hanım'lı kıskançlık soruları eşliğinde vuslata erecek olan çiftimiz, Defne'nin kaçışıyla Ömer'e birçok şeyi çark ettirmişti. Ömerciğimiz Defne gittikten sonra bir "Ohhh" çekerek masaya oturup hülyalara dalmıştı. İşte bu mutluluk "O da beni seviyor!" hali, Ömer'in aile yadigarı evinde "Sevdiğim kadınla evimizdeyiz, hiç olmadığım kadar mutluyum" iç düşüncelerini ellerinde çiçeklerle yine bir "Ohhh" çekerek hem kendi içini hem de bizim içimizi ferahlattı. Ferahlığın hemen sonra "kızma" diyen Defne'nin notu karşısında, suskunluğa, inanmayışa, acıya, kırgınlığa dönüşeceğini bilemeden.
O can haliyle sevdiğine aldığı çiçeği de, vazoyu da parçalaması onun canını acıtmadı, bizi acıttı. Burada araya girmek lazım. Barış Arduç vazoyu tek hamlede kırmış ve elinde ciddi olmamakla birlikte kanama gerçekleşmiş. Zaten sahne duygu dolu, bir de böyle atraksiyonlar yapınca Barış, tadından yenmiyor biliyor musun :) Oturduğu sandalyede ağlarken, nereden bilecekti Defnesi de aynı yerde oturmuş, ağlamıştı. Hele arkasına dönüp eve bir bakışı vardı ki... İşte o an ev, Defne, Ömer, Defne'nin gülümsemesi her şey parçalandı, gitti. İkisinin mutlu olduğu bu ev semboldü. Defne de gidince, parçalandı :( Eternal Sunshine of The Spotless Mind (TR vizyon ismiyle Sil Baştan) filmini izleyenler bilir. Joel ve Clementine Montauk sahilindeki bir evdeyken anıların giderek yok olmasıyla birlikte, ikisinin de kendilerini "bir" hissettikleri o ev de yavaştan yıkılmaya başlar. İşte Ömer'in eve bakışıyla giden hayaller, anılar, umutlar ben de ESOTSM etkisini yarattı.
İkinci kırılma noktası, Ömer'in Sinan'a gidip dertleşmesini hiç beklemiyordum. Bu zamana kadar Ömer-Sinan arkadaşlığının derinine inemedik. Sinan'ın konuşmalarından hep arkadaşlıklarını duyduk. Ömer tarafından arkadaşlıklarına dair bir şey duyamadık. Lise çağından beri arkadaşlar. İş yerinde ortaklar. Peri kızı Defne sayesinde ilişkilerinin gerçek boyutunu dertleşme vasıtasıyla izledik. Sinan'a harika bir şekilde can veren Salih Bademci'nin içinde, en güzel yerinde sakladığı Defne'nin kalbinin Ömer'e ait olduğunu öğrendiğindeki hali erkekleri bile mahvetti değil mi? Kimse karşı çıkamaz. Sinan'ın aşkını değil de, dostluğunu, kardeşliğini seçmesi de bir senaryo başarısıdır diye düşünüyorum. Sinan'ın üzülmesini hiçbir Kiralık Aşk izleyicisi istemedi, istemez de çünkü Sinan bu dizinin bizim yüzümüzü güldüren, hayatın sıkıcı olmadığını göstermeye çalışan, iyi niyetli taraflarından biri. Sinan üzüldü ama bu üzülmesi yeni bir aşkla evrilecek, gelmesini beklediğimiz Sude ile.
Peki şimdi neler olacak? Albertine Kayıp romanındaki gibi adam kadının gitmesine izin verip, aşksızlığa, sevgisizliğe dayanamayıp; aşka geri mi dönecek? Kitap sanki boşuna işlenmedi gibi geliyor dizide. Her şeye hazırlıklı olmak lazım konu Defne ve Ömer olunca. Benim tek isteğim bu ikilinin acıyı da, coşkuyu da, aşkı da bize sonuna kadar yaşatmaları. Aşkın her hali Ömer ve Defne'yle çok güzel!
Hüzün ve acı sahnesinde çalan Badem sizce Defne'nin duygularını çok iyi anlatmadı mı? Defne, Ömer'e söylemiyor mu ya da söylemeyecek mi, Ömer'in peşinden gözyaşlarını silmek için koşmayacak mı? İşte o sözler:
Kara gözlerinden bir damla yaş düşünce Güzel yüzün yanakların ıslanır Kara gözlerinden bir damla yaş düşünce Hüzün keder yüreğime yaslanır Sen ağlama bir damla gözyaşın yeter Sen üzülme gülüm gamzende güllerin biter Yollarıma taş koysalar döneceğim Gözlerinden yaşlarını sileceğim *Levent Yüksel - Med Cezir
Büyük ustalardan Ridley Scott'ın Yunan mitolojisinden ismini aldığı (tabi ki belli araştırmalar sonucu, filmin gidişatına uygun olarak seçilmiş şekilde yorumlayabileceğimiz) Prometheus, ilk önce bizleri bilimkurgu dünyasına sokuyor. İyi de yapıyor çünkü filmin başlangıcındaki varoluşsal sorularla ilerleyen dakikalarda, bilimkurgu nimetleriyle "bizi kim yarattı?, yaratıcımız/yaratıcılarımız nerede?.." düşüncelerle uzayda 2 yıl kadar yol alarak, cevaplarına kısmen ulaşıyor.
Bu uğraşların başında, bilimkurgu kadını imajı çizen Elizabeth Shaw karakteri başı çekiyor. Shaw Hristiyan ve dinine gayet de bağlı bir hatun. Yalnız filmde başı çeken bu karakterin, hem varoluşsal sorularla yıllarını geçirmesi ve gözümüze soka soka gözümüzü alamadığımız haç işaretli kolyesiyle, sürekli dinini ön planda tutması; bizim daha doğrusu benim aklımı karıştıyor. Çünkü sorduğumuz sorulara bazen cevap alamayacağımızı ya da alsak bile başımızın beladan kurtulamayacağını filmin bir fragmanında da yazı olarak geçen "They went looking for our beginning, what they found could be our end" cümleyle anlıyoruz. Bu da Shaw karakterinin düşüncelerine ne kadar bağlı olursa olsun, akıl karışıklıklarının ve Tanrı ya da Tanrıların (Hristiyanlık inancı) olmamasına cevap veremiyor, vermek istemiyor belki de.
Belalar silsilesinin benim için hayal kırıklığı yaşattığı yer ise, filmin ilk 1 saatinde içimden geçirdiğim "bu filmde Alienvari şeyler var" düşüncelerimin, meğersem Prometheus'un Alien'ın başını konu almasını kabak gibi sonlara doğru yansıtması. Benim hatam da sayılan, film hakkında ön okuma yapmamak, araştırmamak da pay olsa da; filmden Alien ve Hollywood klişerinin de yer aldığı bu Sunshinekadar sevebileceğim (ama sevemediğim) Prometheus'un insanoğlunun varoluşunu bilimkurgu aracılığıyla anlatacakken, bunu yok etmesi. Yani film 2090'larda geçsin biz yine Alien serisine bağlı kalalım malesef. Alien düşmanı değilim ama ellerinde böyle güzel bir konu varken, yine gidip yaratıklara tutunmak beni hayal kırıklığına uğratıyor.
Filmin Mühendisleriyle, görselliğiyle, Michael Fassbender'ıyla, varoluşsal gezintileriyle kat ettiği yol gerçekten iyi ama ahtopot gibi Alien'lardan kurtuluş yok anlaşılan Scott.
Geçtiğimiz günlerde oyunculuğa ara veriyorum diyerek sevenlerine küçük çapta kalp krizi geçirten (ki ben geçirmedim, biraz gözden uzakta olmasını faydalı buluyorum) Ryan Gosling tekrar bir açıklama yapmak zorunda kalmış: "Oyunculuğa yönetmek için ara veriyorum."
Gosling yönetmenliğe de el atmak istiyor anlaşılan! Harika. Aslında onu twitter'a koyduğu, film çekimi için gittiği yerlerde yaptığı belgesel tadındaki kısa filmlerine aşinayız. Ara verme sürecinde oyunculuğu neden yaptığını ve nasıl yaptığını da düşünmek isteyen, yani kendisini geriye çekerek, hem yüzünü hem de kariyerini dinlendirmek isteyen Gosling; yönetmenliği bu süre zarfında kullanmak istiyor gibi... Her şey yakışır diyoruz!!